NİŞANCI VE GÖREVİ
Osmanli devlet teskilâtinda Divan-i Hümâyunun önemli vazifelerinden birini yerine getiren görevli için kullanilan bir tabirdir. Nisan kelimesinden türetilmis olan "Nisanci", ferman, berat, mensûr, nâme, mektup, ahidnâme, hüküm ve biti gibi devlet resmî evrakinin bas tarafina padisahin imzasi demek olan nisani koyardi. Bu görevliye nisanci, muvakkî, tevkiî ve tugraî gibi isimler de verilirdi.
Osmanli devlet teskilâtinda XVIII. asir baslarina kadar önemli bir makam olan nisancilik, daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Nisancilik müessesesinin basinda bulunan görevliye Osmanlilar'da nisanci denirken, Abbasîler'de buna "Reisu Divani'l-Insa" deniyordu. Bu teskilat, sadece Müslüman Dogu'da degil, Bati Müslüman devletlerinde de vardi. Nitekim batida devlet kurmus ve zaman zaman Endülüs'e de geçmis bulunan Merinîler (592-956 = 1196-1458)'de "Divanu'l-insa" adi ile ayni görevi yerine getiren bir müessese vardi. Büyük Selçuklular'da da ayni vazifeyi gören bir divan vardi ki, bu divanin basindaki görevliye "Sahib-i Divan-i Tugra ve Insa" adi veriliyordu. Bazan da sadece "Tugraî" deniyordu. Bu zat, hükümdarin mensûr, ferman vs. gibi isimler altinda çikardigi emirnâmelere, onun isaret ve tugrasini koymakla görevliydi. Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkez teskilati içinde de ayni görevleri yerine getiren ve adina "Tugraî" denilen bir görevlinin bulundugunu belirtmek gerekir. Kalkasandî, Misir'daki bu hizmeti bes merhalede ele alir ve Memlûklerde bu görevi üstlenen kisiye "Kâtibu's-Sir" veya "Sahibu Divani'l-însa" adinin verildigini bildirir. Görüldügü gibi müesseselesmis hali ile Abbasîlerde görülen nisancilik, daha sonraki bütün Müslüman devletlerde oldugu gibi Osmanlilarda da olacakti. Bunun için Osmanli Devleti'nin merkez teskilâti içinde önemli bir yeri bulunan divanin azalarindan biri de "Nisanci" adini tasiyan görevli idi. Önemli hizmeti bulunmasina ragmen, nisanciligin Osmanlilar'da hangi tarihlerde kuruldugu kesin olarak tesbit edilebilmis degildir. Bununla beraber, bazi arastiricilar bu kurulusu Osmanli Devleti'nin ikinci hükümdari olan Orhan Gazi dönemine kadar çikarirlar. Çünkü bu döneme ait fermanlarda tugra bulunmaktadir. Bu da nisanciligin basit sekli ile de olsa Orhan Gazi döneminde var oldugunun bir isareti olarak kabul edilebilir. Keza, bu tabirin devletin ilk zamanlarinda kullanildigini gösteren kayitlar da vardir. Nitekim, Sultan Ikinci Murad'in emri ile Türkçe'ye tercüme edilen Ibn Kesir tarihinin Arapça metnindeki "Muvakkî" tabirinin "Nisanci" olarak tercüme edilmesi de bunu göstermektedir. Ibn Kesir'in el-Bidâye ve'n-Nihâye adli tarihinin mütercimi olan zat, nisanci kelimesini kullandigina göre, bu tabir, o dönem Osmanli toplumu arasinda biliniyordu demektir.
Fâtih Sultan Mehmed'in tedvin ettirdigi kanunnâmede bu memuriyetin isim ve selâhiyetleri ile zikr edilmis olmasi, bunun Fâtih'ten önce mevcud oldugunu, fakat onun zamaninda tam anlamiyla gelistigini göstermektedir.
Divan-i Hümâyunda vezir-i a'zamin saginda ve vezirlerin alt tarafinda oturan nisanci, önemli bir hizmeti yerine getiriyordu. Nisancilar, görevleri icabi bazi özellikleri tasiyan kimseler arasindan seçiliyorlardi. Nisanci olacak kimselerin insa konusunda maharetli bulunmalari gerekirdi. Nitekim kiraat ilminin büyük isimlerinden Seyh Muhammed Cezerî'nin küçük oglu Ebu'l-Hayr Muhammed (Muhammed-i Asgar), Misir'dan, Osmanli hizmetine geldigi zaman insadaki kudretinden dolayi kendisine nisancilik verilmisti.
Görevleri icabi olarak insa konusunda maharetli olmalari, devlet kanunlarini iyi bilerek yeni kanunlar ile eskiler arasinda bag kurup anlari telif etme kabiliyetine sahip bulunmalari gereken nisancilarin, ilmiye sinifi arasindan dahil ve sahn-i semân müderrislerinden seçilmesi kanundu.
Nisancilar, XVI. asrin baslarindan itibaren Divan-i Hümâyunun kalem heyeti arasinda, bu vazifeyi yerine getirebilecek olan reisü'l-küttâblardan seçilmeye baslanmistir. Eger reisü'l-küttâb bu vazifeyi yerine getirebilecek kabiliyete sahib degilse yine müderrisler arasindan uygun görülen bir kisi bu vazifeye tayin edilirdi.
Fâtih döneminde müesseseleserek kuruldugunu gördügümüz nisancilik, Osmanli Divan-i Hümâyunun dört temel rüknünden birini teskil ediyordu. Fâtih kanunnâmesinde de belirtildigi gibi bu dönemde vezirlik, kadiaskerlik ve defterdarliktan sonra en önemli vazife nisancilikti. Fâtih zamaninda bu görevi büyük bir basari ile yürüten Karamanî Mehmed Pasa ile nisanciligin itibari daha da artmisti. Fâtih'ten sonra gelen II. Bâyezid ve onun oglu Yavuz Sultan Selim dönemlerinde nisancilik yapan Tacizâde Cafer Çelebi de büyük bir itibar kazanarak tesrifatta defterdârin üstüne yükseltilmis ve vezirler gibi otag kurmasina müsaade edilmistir. Niçancilik mansibinin üstünlügü, Kanunî Sultan Süleyman döneminde de devam etmis, "Koca Nisanci" lakabi ile taninan Celalzâde, meslegindeki kidemi ve vukufiyeti sebebiyle defterdârin önüne geçirilmisti.
Nisancilarin nüfuzlari ve gördükleri önemli hizmetler, bundan sonra da devam etti. Bunlardan büyük bir kismi beylerbeyi ve vezir rütbesini ihraz etti. Bununla beraber, XVI. asrin sonuna kadar nisancilar vezir olmayip sadece beylerbeyi rütbesinde idiler. Bu rütbe ile nisanci olan Boyali Mehmed Pasa (öl. 1001) vezirlige nakl edilince nisanciligi birakmis fakat sonradan tekrar nisanci olunca tayini beylerbeyi rütbesi ile yapilmisti. Daha sonra bazan kubbe vezirligi ile nisanciligin birlestirilerek bir kisiye verildigi (tevcih) de oldu.
Nisanci, Divan-i Hümâyun azasi olmasina ragmen, vezir rütbesini haiz degilse kanun geregi arz günlerinde padisahin huzuruna kabul edilmezdi. Sadece nisanciliga tayin edildigi zaman bir defa padisahin huzuruna girip tayinlerinden dolayi tesekkür ederdi.
XVI ve XVII. asrin baslarinda serdar veya padisah seferde bulundugu zaman, Istanbul muhafazasinda birakilan vezire nisanci tarafindan tugralari çekilmis bos ahkâm kagitlari gönderilir ve bunlar, icab ettikçe kaim-i makam tarafindan doldurularak kullanilirdi.
XVII. asrin sonlarinda (1087) tedvin edilmis önemli bir Osmanli kanunnâmesi olan Tevkiî Abdurrahman Pasa kanunnâmesinde "Kanun-i Nisanci" basligi altinda ayri ve özel bir fasil bulunmaktadir. Bu fasilda, o dönem nisancilarinin nizamlari tafsilatli bir sekilde verilmekte, onlarin resmî ve hukukî durumlari belirtilmektedir. Buna göre nisanci, "tugra-i serif hizmeti ile me'murdur. Kendi dairesinde kanuna müteallik ahkâm yazilir. Mümeyyizi tashih ettikten sonra tugralarini çeker ve defteri tashih etmek lazim gelse, kendisine hitaben vârid olan ferman mucibince defterhaneden getirtip kendi kalemi ile tashih eder. Bu ferman gelince defter emini ile defter kesedarini, düzeltilmesi lazim gelen defter hakkinda vazifeli kilar. Sonra tashihi yapar, fermani da kendisi saklar, Kadiaskerlerden mühürlü kese ile gelen ehl-i cihat beratlarinin tugralarini çektikten sonra ehl-i cihatin isimlerini defterlerine "sahh" çekip ve yine kesesine koyup mühürleyerek kendi kesedari ile kagit eminine gönderir. Divan tarafindan verilen sIkâyet ahkâmini reis efendi (reisu'l-küttâb) resid ettikten sonra kesedari toplayip kendisine getirir, tugralarini çekerdi." Kanunnâmede aynen su ifadeler yer almaktadir: "Ve kavanin-i Osmaniye ve merasim-i sultaniye, nisancilardan sual olunagelmistir. Sâbikta (eskiden) bunlara müftî-i kanun itlak olunmustur.”
Kanunnâme, nisancilar hakkinda daha tafsilatli bilgiler vermektedir. Buna göre, nisancinin vezirligi varsa vüzeray-i izam silkine dahil hükmünü verir. Eger Rumeli beylerbeyilik pâyesi var ise beylerbeyi merasimini icra edip kendisinden kidemli Rumeli pâyesinde olan beylerbeylerden baska bütün beylerbeylere ve kadiaskerlere tasaddur eder. Bu pâye ile Divan-i Hümâyuna girip çiktikça vezirler ile birlikte girip çikar. Fakat arza girmezdi. Kanunnâme, arz esnasinda nisancinin disarida nerede ve nasil selama çikacagini da belirtmistir. Nisancinin beylerbeyilik pâyesi yok ise sadece ümerâ pâyesindedir. Kendisine nisanci bey denilmektedir. Bu takdirde Divan-i Hümâyuna ümerâ. tariki üzere gider. Ancak taht kadilarina tasaddur eder. Diger divan hacegâni gibi mücevveze, sof üst, lokmali kutnî ve iç kaftani giyer. Ata orta abayi ve orta raht vururdu. Haslari da dört yükten (400.000 akça) fazla olurdu. Nisancilarin vezir-i a'zama gitmeleri için belli ve muayyen bir zaman yoktu. Sadece isti'zan (izin isteme) âdet idi.
Nisancilik, XVI. asrin sonlarindan itibaren yavas yavas önemini kayb etmeye basladi. Bunun içindir ki, önceleri âmiri durumunda bulundugu reisü'l-küttâbla esit duruma getirilmisti. XVII... asnn ortalarinda nisancilik adeta kuru bir ünvan haline geldi. XIX. yüzyilin baslarina kadar ismen de olsa varliklarini devam ettiren nisancilar, eski önemlerini tamamen kayb ettiler. Bu sebeple nisancilik 1836 yilinda tamamen lagv edilerek vazifeleri "Defter eminine" verilmistir. Mühim islere dair fermanlarin üzerlerine Bâbiâlî, digerlerine de defter eminleri tarafindan tayin edilen ve tugranüvis denilen memurlar tarafindan tugra çekilirdi. 1838'de tugra-nüvislik görevi de kaldirilip Bâbiâlî ile defter eminligi tugraciligi birlestirildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder